(benim) Kültür Başkenti(m) İstanbul

Artık otobüsler teker teker geçmeye başladı...
Biz en iyisi mi arabadan inip yağan yağmura rağmen otobüsümü dışarıda bekleyelim...
Yoğun programımın arasında 2008' in şu son günlerine sığdırabildiğim İstanbul yolculuğum, Mesa Plaza' da salının ilk ve soğuk saatlerinde başlıyor. Otobüse yolda binmenin verdiği oturulacak yere yerleşme, "çanta yukarıdan kafama düşmez değil mi ?" diye feryat eden yolcuyu teskin etme telaş ve heyecanını atlattıktan sonra uzun olmasa da nöbetler sayesinde her türlü ortama alışkın uykum sayesinde kendimi saat 7 sularında Taksim Meydanı' nda buluyorum...




İlk işim bugün gezmeyi planladığım aslında gezmeyi değil de yetişmeyi planladığım yerlerin, sokakların adeta tatbikatını yapıyorum. Bu "Kültür '09 Tatbikatı" yorucu ve bir o kadar da acıktırıcı biraz da kaybolucu geçiyor. Her ne kadar Taksim meydanından yanlışlıkla Karaköy' e kadar inmiş, neredeyse İstanbul Modern' e kadar gelmiş olsam da oradan da İstiklal' in yolunu muzaffer bir komutan edasıyla bulmam sonucunda kendimi İstiklal' deki çorbacıya atıyorum. Domates çorbasının ardından saatin 9' a gelmesiyle AKM' nin önündeki santralistanbul' a giden minibüse biniyorum. Minibüs şoförü belli ki şen şakrak ve yaşamdan zevk alan biri; yoksa normal bir İstanbul trafiği mensubu "Dolapdere' ye gidecek misin hocam ?" sorusuna "atla atla Aksaray Aksaray" diye yanıt vermeyecek, köprüde satıcılık yapan adama camı açıp "Gel seni satral' a götüreyim" demeyecektir.

1914-1983 yılları arasında İstanbul' a elektrik sağlayan ve Osmanlı İmparatorluğu' nun ilk kent ölçekli elektrik santralı olan Silahtarağa Elektrik Santralı' nın başarıyla santralistanbul' a dönüştürülerek bir yılı aşkın bir süre önce hizmete girmiş...




İki kazan dairesi ana galeriye dönüştürülmüş...


İlk ilk kattaki "Bir Portrenin Devrimle Başlayıp İkonla Biten Öyküsü" nde Korda' nın çekildiği zaman dikkat çekmemiş ve fotografçısına kazandıramamış,tartışmasız dünyanın en ünlü ve en çok kopyalanan fotografı / (artık) ikonu tişörtlerin üzerinde...


bir dövmede...


bir bikinide...


bazen bir mesih veya bir gay olarak...


veya bir partide karşımıza çıkabiliyor.


Bir üst katta ise Che' yi ikonlaştırmış '90 sonrası kuşağa karşı gelircesine Erika Sulzer-Kleinemeier' in "68 Kusağı: Almanya" ve Michael Ruetz' in "Huzursuz Bahar" sergileri var...




Eğrisiyle doğrusuyla '68 genci ile '08 genci karşı karşıya.


Enerji Müzesi, elektrik santralının 1 ve 2 numaralı makine dairelerinin tesisin çalıştığı dönemdeki hali korunarak dönüştürülmesi sonucu oluşturulmuş.









1970' lerde elektrik santralının ana kontrol dairesinde çalışan Erdoğan adlı satranç ile ilgilenen bir mühendisin yer taşlarını satranç tahtası düşleyip çalışma arkadaşlarını fil, at, kalemişçesine hareket ettirmesi hoş bir anektod...




Mekanik, mühendislik gibi konularla pek ilgili olmasam da ışık / renk anları yakalanabiliyor.





Taksim' e döndüğümde 1732 yılında I. Mahmut tarafından Pera ve civarının
su ihtiyacını karşılamak ve suyun taksim edilmesi için yaptırılan Maksem adlı tarihi mekanı sergi salonuna çeviren İBB, aynı zamanda "Sine-i Millet" adlı Türkiye' nin seçimlerini konu alan gerçekten başarılı ve güzel bir sergi ile de açılışını gerçekleştirmiş. Ankara' da belediyenin Zafer Çarşısı' ndaki galerisi ile karşılaştırırsam Maksem' in 3 değil 1003 gömlek üstün olduğunu söylersem hiç de abartmış olmam...




Serginin belki de en ilginç kısmı... Alaşağı edilmiş sadrazamın o zamanın gazetesinde çıkmış olan karikatürü... Eğer karikatüre tersten bakıp sadrazamın eski ve yeni halini görmeye çalışırsanız bizi yönetenlerin karikatürü neden pek de sevmiyor olduğunun nedenini anlayabilirsiniz.


Artık saat 13' e geliyor ve Kısa Film Festivali' ne gidebilirim... Uluslararası bölümde 4 film; 3' ü yarım saate yakın ve biri ise 3 dakika. "A4"de günümüzün çok çalışan insanının bu kuşatılmışlıktan kurtulma çabasını çok iyi anlatılıyor "bu uzun" 3 dakikada...


İFSAK' ta, yakın zamanda kaybettiğimiz Adnan Veli Kuvanlık' ın sergisi var. O kadar tatbikata rağmen Sadri Alışık Sokak ile Ayhan Işık Sokak' ı karıştırıyorum ama bir "anti-navigasyoncu" olarak karıştırıp kaybolmamın semeresini alıyor ve daha önce bulamadığım Karşı Sanat' ın yer aldığı Gazeteci Erol Dernek Sokak' ı buluyorum. Daha kapıyı çalar çalmaz belki de çalmaz çalar -kapı açılmış da olabilir-tanışıp konuşamadığım kişi kapıdan çıktı ve ben "Seri Katil" adlı uyarcı ve uyuşturucu kullananları dışarıdan ayıplayarak izole ederek ve öteki olarak değil biz olarak gören sergiyi, tam anlamıyla tablo ve fotograflarla başbaşa gezdim.


İFSAK'ı ararken bir bayan yol sormak (ki hep yanlış kişiye yani kente yeni gelen kişiye sorulur) için yanaştı ve ikimizin de İFSAK' ı aradığı ortaya çıkmasıyla İFSAK' ı beraber bulduk... İFSAK' tan çıkışta benim "anti-navigasyoncu" egomun kat ve kat büyümesi ve filme de 40 dakika var diyerek Pera Müzesi' ne bir de şu yoldan gideyim dememle yola koyuldum. Ara sokakların birinde 40'lardan kalma hissi veren eczacı amca ve camında "insan vücudu bir makina gibidir" posterinin asılı olduğu ve her ilacın yanına ederinin el ile yazılmış olduğu (misal VIAGRA 1 YTL) eczaneye nasıl bir hipnotizma ile girmişsem o "insan vücudu bir makina gibidir" posterine hiç aklımda yokken biranda Ankara yolu göründü...

Yollar yolları sokaklar sokakları kovaladı ama yine karşıma Hayriye Sokağı çıktı! Sabah Karaköy' e varma ile biten tatbikatım ilk olmak üzere 15 dakika içinde aynı tabelanın 3. defa tarafımca görülmesi vaka-ı hayriye olarak algılanmadı ve derhal "İstiklal şu tarafta mı?" sorusu sorularak Pera Müzesi' ne doğru hızlı adımlar zorunlu olarak sıklaştırıldı...


Sonunda Pera Müzesi' ndeydim ama nasıl halet-i ruhiyede girdiysem içeri "2 dakika geç kaldınız ve 3 YTL ücret" diyen görevli bayana "daha azını izleyeceksem o zaman bir indirim yaparsınız değil mi ?" gibi rezil bir espiri yaptım. İstanbul gezimin belki de tek hatası buydu diyebilirim...

Aslında film sabah gezdiğim "Bir Portrenin Devrimle Başlayıp İkonla Biten Öyküsü" nün belgesel ile tamamlanması gibiydi. Trischa Ziff "Chevolution" adlı bu filminde olayı nesnel bir şekilde aktarmış. Filmin farklı sahnelerinde Che' nin "özgürlükçü"
olup olmadığını sorgulayanlara da, iyi bir "devrimci" olduğunu söyleyenlere de, Che' nin ne kadar da "cool/punk" biri olduğunu söyleyen kişilere de yer verilmiş.


Kuzenimle buluşmadan önce bir de "Oryantalizm" sergisini görmek için 5. kata çıktım. Sergi bende hiç yoktan "What is Matrix ?" etkisi yarattı. Batılılar Doğu' yu ( ki kime göre batı veya doğu tartışılar ) öyle görmek istemiş ve öyle görmüşler ve de o şekilde resmetmişler. Aslında hepimiz dünyada hemen hemen herşey nasıl algılanmak istiyorsak öyle görmüyor, öyle duymuyor, öyle hissetmiyor muyuz?

Bu arada girişte yaptığım espiriye gülen ve film çıkışı "Diğer sergilerinizde fotograf çekmek serbestti Oryantalizm sergisinde niçin serbest değil ?" soruma ilk defa mantıklı bir yanıt veren Pera Müzesi görevlilerine teşekkür edeyim de hatırları kalmasın...




Vee büyük gün geldi... Salvador Dalí İstanbul' daydı. Tesadüf bu ya Dalí gibi ben de sıra beklememek ve film seanslarını kaçırmamak için bu çarşamba günü SSM' deydim.


İspanya dışı en büyük sergisi olduğu söylense bile aslında SSM' deki sergi Dalí' nin Gizli Dünyası' nın kapısının aralanmasının yolunun İspanya Figueras' taki Dalí Tiyatro-Müzesi' nden geçtiğini gösteriyor.


Sergide Dalí' nin illusiyasyonlarının ve Dalí hakkındaki gazete sayfalarının hatırı sayılır bir ağırlıkta olması belki de Gala-Salvador Dalí Vakfı' nın bir pazarlama stratejisidir...












Dalí' nin Gala' yı sevdiği su götürmez bir gerçekken, Gala ve Dalí' nin şu iki genç gibi bir çift olup olmadığı tartışılır...


Sergiyi gezmeye gelen çocuklar için en hareketli ve zevkli bölüm Dalí 'nin tiyatro dekorlarının, 3 boyut etkisi yaratan resimlerinin sergilendiği kısım hiç kuşkusuz...





Benim Dalí ile tanışmamın Ankara Çağdaş Sanatlar Müzesi' ne yapılan okul gezisi nedeniyle olması bu fotografı belki de benim için anlamlı kılıyor...


Dalí' nin Gala ve Abraham Lincoln' u resmettiği tablosunun böylesine gösterişten uzak tuhaf bir yerde serginiyor olması ilginç doğrusu...


Dalí 'nin fotograflarının bulunduğu bölüm büyük oranda Ara Güler' in objektifinden... Yine bu fotograf bölümünde son yıllarda duyduğum en ilginç kısıtlama ile karşılaşıyorum: "toplu fotograf çekemezsin" kısıtlaması... Kimseden utanmıyorsan Ara Güler' den utan diyorum içimden ve oradan uzaklaşıyorum...




Dalí' ye "SSM' deki sergin pek de Dalí' ce gelmedi bana babam gibi gördüğüm kişi dediğin Picasso' nun buradaki sergisi daha zengin gibiydi" demem Dalí 'yi şaşırtmış olmalı... Hep O mu şarşırtacak bizi ?...

Aslına bakılırsa beni en çok heyecanlandıran ve iyi ki geldim dedirten kısım Sinemada Sürrealizm veya (ne de olsa Dalí "Sürrealizm nedir?" diye sorulunca "Benim" demiyor muydu?) Sinemada Dalí kısmı yani 7 filmden oluşan ve dört buçuk saat süren ve
gösterilen tüm filmleri izledğim büyüleyici son kısımdı.




Birkaç saat sonra Ankara' ya döneceğimi düşünüyorken Dalí 'nin ahı tuttu -sanırım çok
yüklendim kendisine- ve yollar kardan kapandığından dönüş bileti tarihi değişti veya başka bir deyişle İstanbul Modern' in halk günü İstanbul' da kalmak "zorunda" ydım...





Perşembe sabahı, ilk geldiğim gün yanlışlıkla geldiğim Karaköy' deyim. İstanbul Modern' den, fotograf çekme izni almak için ne yapmam gerektiği hakkındaki e-postama yanıt gelmeyince artık böylesine "modern" bir kıstlamanın devam etmediği umuduyla girdim içeri. Ama sükut-u hayal... Üstüne üstlük resim yapanlara özel malzeme verildiğini, fotograf çekenlere/çekemeyenlere ise "Yassak!" denildiğini öğrenmenin mutsuzluğunu yaşıyorum.

Verbund Koleksiyonu' nun "Suyun Bir Arada Tuttuğu" sergisi yardımıma koşuyor da mutsuzluğum kısa süre sürüyor. O kadar güzel bir ortamda fotograf çekememenin bende bıraktığı burukluk, fotografta gölgenin kullanımının bendeki ufuk açıcı etkisini yazıya dökmemi şu an bile engelliyor. "İnsan Halleri" sergisi de gayet sıcak fotograflardan oluşan ve bize en klasik gelebilecek yöntemle (bildiğimiz hatıra fotografı ile) bile insanın her halinin başarıyla fotograflanabileceğini gösteriyor.



İstanbul Modern' i "modern"liği ile başbaşa bırakıyor ve artık Otobüs firmalarının bulunduğu yere doğru yol alıyorum. Yazıhanenin yakınında "2010 İstanbul Shit" şeklinde bir "anti-2010 İstanbul Kültür Başkenti" stikırı dikkatimi çekiyor ve İstanbul' un (benim) Kültür Başkenti(m) olduğunu
aklımdan geçirerek Ankara' ya döneceğim otobüsün biletini alıyorum.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ankara' nın Gizemi: Sof

Eski Mardin Sokakları'ndan Mardin Çevre Güzelliklerine

Geleneksel Alternatif ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarına Hekim Yaklaşımı Sempozyumu