Karşıtlıkların Diyarı Diyarbakır

Hep görmek istediğim 2001' de benimle beraber gelen olmayınca vazgeçtiğim, 2007' de Batman' da birbuçuk ay kalmama rağmen denk getirip yolumu düşüremediğim, geçen yıl bu zamanlarda bana yeniden TUS yolu görünmezse tüm gezi programımın hazır olduğu diyarın yolundayım en sonunda...

Batman' a geldiğim çarşamba gününden beri, babaanemde kaldığım süre boyunca hava her daim yağmurluydu. Aslında güneyden gelen tozla birlikte çölle karışık yağmurlu dersem daha doğru olur...

İlçe otogarı şehrin dışında. Daha otogarda Fettah Abi' yi beklerken yağmur çiselemeye başlıyor. Yağmur bununla da kalmıyor ve kendimizi eve zor atıyoruz. Birkaç saat beklememize rağmen yoğun yağmurdan kurtulamayacağımızı anlayınca Çiğdem Abla, Fettah Abi ve iki canavar; Murat & Burak ile Diyabakır' ı arabayla dolaşmaya başlıyoruz.

O kadar planlanıp gelinemeyen şehre araba camının dışından bakmak varmış diye içimden geçirip eeeh buna da şükür! diyorum. Arabadan hepitopu üç defa; Migros' a gitmek için, nefis Adana Kebabımızı almak için ve de Sivan Köprüsü de denilen On Gözlü Köprü' yü fotograflamak için dışarı çıkabiliyorum.








Üzerindeki kitabede Mervanoğlu devrinde Diyarbakır hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından 1065 tarihinde yaptırıldığı yazılı olan köprü restore edildiğinden fotograflardaki o güzel görünümünden bir hayli uzaktı.


Hemen köprünün karşısında, Dicle vadisine hakim bir tepede yer alan Atatürk Köşkü yer alıyor. Atatürk' ün 1916' da doğu cephesinde Muş-Bitlis olaylarını yönettiği bu binanın eşsiz bir manzarası varmış ama tecrübe edemeden hava muhalefeti nedeniyle gerisin geriye dönüyoruz.


Dönüşte surların yanından geçerken hava nedeniyle olsa gerek Ankara'da duyduğum gezme isteğinden ve heyecandan eser kalmamıştı. Biz de acısıyla etiyle lavaşıyla Adana dışında yediğim en leziz Kebabı mideye indirerek yarın hava güzel olunca yürüyerek gerçek anlamda Diyabakır'ı dolaşmak için sözleşiyoruz Fettah Abiyle.




Sabah beş gündür unuttuğum bir aydınlıkla uyanıyorum. Diyabakır' daki son günümde güneş bana yüzünü gösteriyor!...





Diyarbakır surları uzunluğu bakımından Çin Seddi' nden sonra dünyada ikinci yapı olarak bilinmekteyken ilk yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyor...




Dış Kale surlarının uzunluğu 5 kilometre kadar. Doğu-Batı doğrultusunda 1.700, kuzey - güney doğrultusunda 1.300 metrelik bir alanı kuşatmakta. Surların yüksekliği 10-12 metre, kalınlığı 3-5 metre.Kalede dört ana kapı var: Dağ Kapı, Urfa Kapı,Mardin Kapı ve Yeni Kapı.






Toplam 82 adet burçtan en görülmeye değenler:


Evli (Ulu) Beden Burcu: Artuklu Melik Salih tarafından 1208 yılında Mimar İbrahim’ e yaptırılmış.
Yedi Kardeş Burcu: Artukoğlu Melik Salih adına 1208 yılında Mimar İbrahim’ in oğlu mimar Yahya’ya yaptırılmış. Burcun üzerinde Selçukluların simgesi olan çift başlı kartal ile iki arslan kabartması, bunların altında da burcun yazıtı var.
Keçi (Kiçi) Burcu : Mardin Kapısının doğusundadır. Diyarbakır surlarının üzerindeki en eski, en büyük burç...




Surlara çıktığım an tanıdık bir duygu kaplıyor içimi: Zonguldak' taki ilk günlerimde dalga kırana çıkınca karşı karşıya kaldığım Karadeniz' in verdiği tatlı heyecan! Diyarbakır' da ise karşımda alabildiğince Dicle vadisi! Keşke biraz daha temiz bakılsa ve tarihe birazcık daha değer verilseymiş...








Burçların içinde koğuşlar, mahzenler, sarnıçlar ve depolar yer alıyormuş. İşte bu burçların biri sergi salonuna çevirilmiş. Şans bu ya sergiye denk geldik...




Diyabakır aslında artı ile eksinin, siyah ile beyazın, yeni ile eskinin, zengin ile fakirin, genç ile yaşlının keskin geçişlerinin, karşıtlıkların kenti. Bunun en güzel örneklerinden biri de Ulu Camii' nin girişindeki elektronik ekrandaki hadis yazısı! Ne kadar bugüne aitse de dünde kalmış, estetik kaygısı olmaksızın dünün üzerine bugün eklenmeye çalışılmış...
Diyabakır' daki karşıtlıkların bu hızlı geçişi insanı yoruyor bir de üstüne şehirdeki kesmekeş ve karışıklık da cabası...




Ulu Camii' nin avlusunda ya yaşlı amcalar ya da bir sürü küçük çocuk var. Anadolu'nun en eski camilerinden biri olan Ulu Camii, 639 yılından itibaren Saint Thoma kilisesinin dönüştürülmesiyle oluşmuş. Bu yüzdendir ki değişik bir mimariye de sahip. İslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif olarak da bilinmekte...




Bu kadar dolaşmanın ardından soluklanmak adına Ulu Camii' nin karşısındaki Hasan Paşa Hanı iyi bir seçenek olabilir. 1572-1575 yılları arasında yapılmış olan yapı yakın bir geçmişte restore edilmiş. Hediyelik eşya satan dükkanlarla kafeleriyle tam bir turistik mekan olmuş...




Karşıtlıkların Diyarı' nı birazdan masaya dönecekmiş gibi bırakıyorum karşıtlıkların uzlaşması şartıyla.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ankara' nın Gizemi: Sof

Eski Mardin Sokakları'ndan Mardin Çevre Güzelliklerine

Geleneksel Alternatif ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarına Hekim Yaklaşımı Sempozyumu