Eski Mardin Sokakları'ndan Mardin Çevre Güzelliklerine
O kadar gezmenin ardından otelimizdeki nefis etli pilav bir de üzerine TUS'a çalışma belasına görüşemediğim Selami Ağabey ve ekibinin hoş sohbeti cok guzel gidiyor. Akşam yemeğinin ardından şu an askeri bölge olduğundan gezilmeyen ancak gece ışıklandırılan Mardin Kalesi'ni izlemeye çıkıyoruz. Üstüne de deliksiz bir uyku. :)
Sabah kahvaltımızı otelin tuhaf bir isteği/dayatması ile üçer kişilik masalarda ayrı ayrı yapıyoruz.
Benim ilk günkü kaybolma yolu bulma, yeniden kaybolma en sonunda yolu oğrenme tecrübemden faydalanarak Ulu Camii yolunu bulup camiiyi geziyoruz...
İnsan küçük tarih büyük...
Sabahın çok erken vaktinde gelince Kasimiye Medresesi'nin bekçisine haber yolluyoruz; "taa Ankaralardan geldik bizim için erken açabilir misin" diye. Birazcik ters olan ama ısrarlarımıza dayanamayan adının daha sonra Mehmet Taş olduğunu öğrendiğim bekçiye ve de devasa anahtara biraz beklemenin ardından kavuşuyoruz...
Halk arasında duvarda ve su kaynağının yanında bulunanan silinemeyen cizgilerin bu medresede oldürülen Kasım Padişah'a ait kan lekeleri olduğu efsanesi yaygın.
Savur ve Midyat'a doğru yol alırken Mardin'e son defa bakıp veda ediyoruz.
Deyrü'z Zaferan Manastırı Mardin'in 5 kilometre doğusunda Eskikale köyünde yer alıyor. Manastırın ziyaretçi girişi, hediyelik eşya ve "yöresel cafe"si çok iyi düzenlenmiş...
Hiç bu kadar çok poz verdiğim gezim olmuş muydu? :)
Dayrul ibadet edilen yer anlamına gelirken manastır adının zafran kısmını etrafinda bolca yetişen safran bitkisinden alıyor...
Manastır IV. yüzyılda inşaa edilmiş. 700lü yıllara kadar da tıp okulu olarak kullanılmış...
Şu an manastır Süryani cemaatinin dini merkezi. Süryanilerin ataları da olan Aramiler M.Ö 2.binden başlayarak bu topraklarda her güneş doğumunda ayinler yaparlarmış...
Mardin'den ayrılmıştık ama Mardin'in küçük bir kopyası olan Savur'a geliyoruz. Bizi çocuklar karşılıyor...
Savur'dan ayrıldıktan 5-6 kilometre sonra tarihin durduğu, ev sahiplerinin (
Ancak 4-5 hanenin yaşadığı köydeki yalnız ama yalnızlığına terk edilmemiş olan Mor Yuhanon Kilisesi'ni geziyoruz...
Otobüste gayet basarılı bir organizasyonla Midyat'ta yenmek üzere önceden kaburga ve perde pilavından oluşan menümüz telefonla ısmarlanır ve Midyat'ta afiyetle yenir.
Yemekten sonra alış-veriş için boş zaman veriliyor. Ben telkarileri bırakıyor Gelüşke Hanı'nı gezmek için yola koyuluyorum. Aslında restore edilerek içine cafeler dizilmiş olan tipik tarihi bir han burası...
Bir anda etrafımı ilk gençlik çağı kızların sarması ile yanımda da saçları arkaya yatırılmış bıçkın bir delikanlının bitmesi bir oldu! Beraberimdeki çocuklardan öğreniyorum ki "Bulut Olsam" dizisi meğer burada çekiliyormuş, arkadaş da başrol oyuncusuymuş. Ben bu işe sinir olmaya kalmadan telefonum çalıyor ve telefondaki ses haydi kalkma vakti diyor. Çıkarken de tuhaf ışıklandırma yöntemini fotograflamadan edemiyorum...
Mardin'deki son durağımız olan Mor Gabriel Manastırındayız...
Manastırın temelleri M.S 397'de atılmış.Buradaki en eski yapı ana kilise...
Manastırın en alt kısmında, burada yaşamını yitirmiş olan din adamlarının mezarları da var. Yer kalmadıkça eski mezarın yeri değiştirilerek yeni vefat edenlerin defin ediliyor olduğu bilgisi bile insani ürkütüyor...
Daha önce okuduğum bir Süryani İlahisinde denildiği gibi:
Dünyada barış egemen olsun
Savaşlar dinsin, yok olsun
Fesatlar dursun dünyada
Ki dayanışma ve rahatlık içinde yaşayalım.